Değişik vesilelerle, toplumsal yozlaşmanın/çürümenin ciddi boyutlara ulaştığını ifade etmeye çalışıyorum. Toplum dünyevilik, bireycilik, çıkarcılık, sorumsuzluk, istismar, duyarsızlık, ilkesizlik konularında artık hatırı sayılır (!) bir noktaya gelmiştir. İnsanı değerli kılan dürüstlük, doğruluk, adalet, kul hakkı, tevazu, kanaat gibi değerler rafa kaldırılmış ve bunlarla karın doymadığı ifade edilmekte veya ifade edilmeden pratiği yaşatılmaktadır.
Daha önce bu gidişatın ve bugün içinde bulunduğumuz içler acısı halin en başta gelen sorumlularının Müslümanlık iddiası taşıyan politikacılar olduğunu söylemiştim. Gerçekten de toplumu dindarlaştırma görevini üstlenenlerin, önce kendi hayatlarını sorgulamaları gerekmektedir. Kendimiz ahlaki değerlerle hareket etmeden, bırakın toplumu, kendi çocuklarımızı bile ahlaklı kılmamız mümkün değildir. Büyük iddialar ile ortaya çıkanların, tarihe yön veren insanların yaşantılarını değerlendirmeleri gerekmez mi?
Kendisine Peygamber varisleri-hilafet payesi yakıştıranların, Dicle nehrinin kıyısında kurdun kaptığı kuzunun hesabının sorulacağı popülizmini yapanların, işlenen cinayetlere kayıtsız kalması vaziyetlerini göstermeye yetmez mi? Elbette örneklerin çoğaltılması mümkün ama unutulmamalı ki sürekli dillerine doladıkları Hz. Ömer’i Hz. Ömer yapan tevazu, dürüstlük, adalet, kul hakkı ve en önemlisi kanaat ile donatılmış hayattır.
Elbette toplumun yozlaşmasının tek sebebi Müslümanlık iddiası taşıyan politikacılar değildir. Siyasal sistem ve resmi ideoloji başta olmak üzere Bölge özelinde de, toplumu dönüştürmeyi kendisine hedef kılanlar, “ulusal bilinç” maskesi ile aileleri bölen örgütler de bu işin sorumlularıdırlar. Bir toplumda bütün insanların ahlaklı, dürüst olduğunu söylemek mümkün değildir fakat taşkınlık yapacak, yoldan çıkacak insanların “mahalle baskısı” ile çizgide tutulması da önemli bir avantajdı.
Bu yapının kendi hedeflerinin önünde engel olduğunu düşünenler toplumu hızla değiştirdiler; gelinen noktada örgüt ideolojileri için canlarını vermeye hazır bireyler yetiştirme başarısı (!) elde edenler, ailelerin nasıl dağıldığını görebiliyorlar mı? Birbirinden uzak düşmüş baba-evladın, kardeşlerin oluşturduğu toplumdan yozlaşma dışında nasıl bir sonuç elde edilebilir?
Bireyselliğin topluma belli düzeyde ciddi katkılar sağlayacağını gözden uzak tutmadan ifade etmeye çalıştığım husus, bireyselliğin ahlaki temel dışında gelişmesinin sonucunun ancak bireycilik olacağıdır. Bireysellik, özgürlük bilincinin gelişmesine katkı sağlayacağı ve insanın bilgi sahibi olarak toplum kalitesini yükselteceği söylenebilir. Bireycilik ise bencillik, çıkar üzerinden rekabet, düşmanlık, çekememezlik duygularına sebep olmaktadır. Toplumsal yozlaşmada payımıza düşen bireycilik olmuştur.
Son olarak Müslümanlık iddiası taşıyan siyasiler ile ulus bilinci oluşturma gayretinde olan örgütler dışında küresel güçlerin ve küresel sermayenin toplumsal yozlaşmada payı olduğu da rahatlıkla söylenebilir. Bugün küreselleşme ile yaşanan hızlı değişimin toplumda hızlı bozulmalara sebebiyet verdiği uzmanlar tarafından ifade edilmektedir. Kendi değerlerini içselleştirmemiş, bu değerlere elek vazifesi gördüremeyen bir toplumun payına küreselleşmeden ancak yozlaşma düşebilir.
Bu gidişata karşı durmak hepimizin vazifesidir. Bunun için hepimiz başkaları üzerinde etki oluşturmayı beklemeden önce kendimizi düzeltmeli ve ahlaklı bireyler olmalıyız. Bu yolda dökülenlere takılmadan yol almamız gerekiyor. Unutmayalım ki gelecek ahlaklı ve bilgili insanlara ait olacaktır.