Dûâlarımız İsmail Beşikçi İçin

Yayınlama: 01.10.2025
14
A+
A-
İbrahim Sediyani, gazeteci, yazar, şair, seyyah ve doğa aktivistidir. Kürtçe edebiyatın ilk çizgi çocuk kahramanı Guldexwin’in ve “Adını Arayan Coğrafya” kitabının yazarıdır. Seyahatnameleri farklı dillere çevrilmiş, uluslararası basında yer bulmuştur. Türkçe, Kürtçe ve Almanca şiirleri de bulunan Sediyani, aynı zamanda çevre ve kültürel miras konularında duyarlıdır.

Kıymetli hocamız, saygıdeğer insan, müstesnâ bilim insanı, sosyolog, düşünür ve aynı zamanda sevgili abim, birçoğumuzun abisi, milyonlarca insanın abisi, kardeşi, büyüğü Dr. İsmail Beşikçi ile ilgili, birkaç gün önce bizi epey korkutan bir haber aldık.

Beşikci Hoca, Cumartesi akşamı Diyarbakır’da “9. FilmAmed Belgesel Film Festivali”nde, kendi hayatını – ki onurlu ve mübarek bir hayattır – konu alan “Bizim İsmail” belgeselinin gösteriminde konuşma yaptığı sırada aniden fenalaştı ve beyin kanaması geçirdi. Festival salonuna ulaşan 112 Acil Servis ekipleri ilk müdahaleyi yaptıktan sonra İsmail Beşikci, daha kapsamlı muayene ve tedavi için Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne sevkedildi.

Hastane, beyin kanaması nedeniyle yoğun bakımda tedavi gören Beşikçi Hoca’nın sağlık durumunun stabil olduğunu, ancak konuşma bozukluğu ve sağ tarafındaki güçsüzlüğün devam ettiğini bildirdi. Dicle Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mehmet Ata Akıl imzasıyla yapılan yazılı açıklamada, Beşikçi’nin Nöroloji Yoğun Bakım Ünitesi’ndeki tedavisinin sürdüğü belirtildi.

O gün çalışıyordum ve akşam eve geldiğimde, bu olayı, yine saygıdeğer bilim insanı, sevgili abim Prof. Dr. Baskın Oran’dan bana gelen bir mesajla öğrendim. Gecenin ilerleyen saatlerinde, bu olayı haber veren başka bir mesaj da kıymetli gazeteci, sevgili kızkardeşim Hülya Yetişen’den geldi.

Resmen şok oldum. Beşikçi Hocamız’a birşey olacak diye bütün gece korkudan yatamadım.

Vakit geç olduğundan ve üstelik memleket ile aramızda bir saatlik zaman farkı olduğundan – üç gün önce Tunus’taydım ama şimdi Almanya’dayım – kimseyi de arayamıyordum.

Gece yarısına kadar haber sitelerinden ve sosyal medya paylaşımlarından, Beşikçi’nin durumunu takip etmeye çalıştım.

Bütün gece dûâ ettim, “Sarı Hoca” için. Beni yaratan ve tüm kalbimle imân ettiğim Yüce Yaratıcı’ya, İsmail Beşikçi’yi bize bağışlaması için yalvardım.

Ferdâsı gün Pazar’dı ve çalışmıyordum, evdeydim. Gün boyunca, her ikisi de yakın dostlarım ve sevgili büyüklerim, abilerim olan İsmail Beşikçi Vakfı (İBV) Başkanı İbrahim Gürbüz ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ile telefonda konuştum.

“Hayatî tehlikeyi tam atlatması için ilk bir hafta çok önemli, çok kritik” diyorlardı. Bilinci açılmış. Ziyaret edeni tanıyabiliyor. Öyle söylediler.

Pazartesi sabahı ise, Fransa’nın başkenti Paris’te yaşayan kıymetli gazeteci, sevgili kızkardeşim Hülya Yetişen ile telefonda yarım saat konuştuk.

Yüreğime su serpildi.

Dilerim en kısa sürede sağılığına tümden kavuşur ve yeniden aramızda olmaya, bizi aydınlatmaya, bize öğretmeye devam eder.

     O’ndan öğrendiklerimizdir çünkü, hayata tutunmamızı sağlayan.

     * * *

Öylesine garip bir çağda yaşıyoruz ki ve öylesine tuhaf bir milletin evladı olarak doğmuşuz ki, Kürtler olarak, başkalarının bize yaptıkları kötülükleri ve bizim kendi kendimize yaptığımız kötülükleri terazinin iki kefesine koysak, hangisi daha ağır basar, tahmin etmesi gerçekten güç.

Beşikçi ve Kürtler…

Tamamen farklı karakterlere sahip bu iki kelime, birbirleriyle özdeşleşmiş.

Dünyanın en vefalı, en kadir kıymet bilen insanını, dünyanın en vefasız, en kadir kıymet bilmez toplumuna kardeş yapmış, Âlemlerin Rabbi Olan Allah.

Gerçekçi düşünen, gerçekleri konuşan ve yazan, içinde bulunduğumuz çağda var olan gerçek dünyada yaşayan bir bilim insanı olan İsmail Beşikçi, gerçeklikten tamamen kopmuş, hayalî değerlere göre yaşayıp hiçbir zaman olmayacak olan ütopyaların peşinden koşarak ömrünü heba etmiş, adetâ bir “Simülasyon”un içinde yaşayan, dînî ve ideolojik fantezilerin şırınga ettiği “Paralel Evren”de yaşayan, içinde bulunduğumuz çağda var olan gerçek dünyadan tamamen kopuk Kürt toplumuyla özdeşleşmiş.

SuriyeIrakİran ve Ermenistan Kürtleri şu anda bahsimizin konusu değil, ama Türkiye Kürtleri için konuşuyorum ve hakikaten dünyanın en garip, tuhaf toplumu.

Türkiye’deki Kürtler öyle bir toplum ki:

Siyasetçileri bir “Simülasyon”un içinde yaşıyor.

Gerçeklikle, gerçek dünyayla hiçbir bağları kalmamış. Yeni bir dünya kurulurken ve Ortadoğu’da haritalar yeniden çizilirken bile onlar ne anlama geldiğini kendilerinin de bilmediği ideolojik, dahası ilkel fantezileri Kürtler’e dayatmakla uğraşıyorlar.

Adına “Kürt siyaseti” denen bu “Simülasyon”da iki şey eksik: Kürt ve siyaset… Bu ikisi dışında herşey var, sadece bu ikisi yok.

Kürtler’in millet olmaktan kaynaklı millî meseleleri, adına “Kürt siyaseti” denen bu gülyabanînin gündeminde yok ve umurunda bile değil. Tüm enerjilerini, Kürtler’in temel ve ulusal sorunlarıyla uzaktan yakından alakası olmayan eften püften konular için harcıyorlar ve peşlerinden sürükledikleri Kürt toplumunun var olan enerjisini, tüm sinerjisini de bu yönde harcayıp tüketiyorlar.

Diğer sorunlarla meşgulken gayet ciddiler, o sorunları çözmek için cengaver gibi mücadele ediyorlar. Fakat Kürtler’le ilgili sorunları sadece halay çekerek çözmeye çalışıyorlar. Kürt toplumunu, bütün sorunlarını halay çekerek çözmeye çalışan “çingene bir topluma” dönüştürdüler.

Aydınları, “Paralel Evren”de yaşıyor.

Aydın olmanın birinci vasfı, kendi toplumunun sosyolojisini iyi okumak ve bu sosyolojiye ışık tutarak aydınlatmaktır. Bunlar kendi toplumuna o kadar yabancı ki, konuştukları ve yazdıkları şeylerin Kürt sosyolojisinde hiçbir karşılığı yok. Bilakis ona karşıt, ona hasım. Onlar başka bir evrende yaşıyorlar, “Paralel Evren”de.

Bütün gün sosyal medyada birbirleriyle kavga ediyorlar. Biri öbürünü beğenmiyor, diğeri ötekiyle alay ediyor.

Hased ve kıskançlık, en temel özellikleri. Adına “Kürt aydınları” denen bu sınıfta, bir tanesi bile öbürünü sevmiyor, biri dahi öbürünün başarısını hazzetmiyor, toplum tarafından sevilmesini istemiyor.

İçlerinden biri bir canlı yayın programına çıktığında, diyelim birbuçuk saat konuşuyorsa, bunun nerdeyse bir saatini kendi kendisini övmek için kullanıyor. Tüm enerjileri popülizm, tüm motivasyonları ego. Her biri, “Dünyayı Allah yarattı ama denizleri ve dağları ben yarattım” diyor. Söyledikleri tam olarak bu.

Halbuki, İsmail Beşikçi gibi bir değer varken ve böyle bir insana Kürt halkı hakkettiği değeri vermemişken, bir insan çıkıp da “Ben üreten bir değerim ama Kürtler beni anlamıyor” demeye utanır yaa…

Onlar büyük değer ama kimse onları anlamıyor. Aynı evde birlikte yaşadığı ailesi bile onu anlamıyor. Evdekilerle anlaşamadığı içindir zaten, bütün gün sosyal medyada geziniyor.

İşadamları mı? Zengin sınıfı mı?

Onlar da “Oyuk Dünya”nın içinde yaşıyor. Yeraltı ülkesi Agartha’da.

Sadece sevdikleri Türk kurumları, Türk spor kulüpleri paraya sıkıştıklarında ortaya çıkıyorlar ve onlara sponsor olarak, o Türk kulüplerine milyon dolarlar bağışlayarak onları ekonomik olarak rahatlatıyorlar. Onun dışında ne kendilerini görürsünüz, ne de adlarını duyarsınız.

Kanaat önderleri ve sivil toplum temsilcileri ise “Düz Dünya”da yaşıyor. Bunların şeyh ve seyda olanları hele, Antarktika’daki Buz Duvarı’nın öte tarafındaki kimsenin görmediği ve “bizden saklanan” diğer dünyada.

Ayrıca bir de, Türk partilerinde siyaset yapan Kürt siyasetçiler ve Türk medyasında yazıp çizen Kürt yazarlar var ki, onların durumu en içler acısı olan. Bir “Karadelik” tarafından yutulmuş durumdalar ve tam olarak bir “Karadelik”in içinde yaşıyorlar.

Türkiye’deki Kürt toplumu böyle.

Bir tek ses sanatçıları, şarkıcıları Kürt olmanın hakkını gerçekten de veriyorlar ama onların da sahip çıkanı, elinden tutanı yok.

* * *

Böyle bir topluma, vicdanlı ve hakkaniyetli bir bilim insanı olarak İsmail Beşikçi, bütün hayatı boyunca birşeyler anlatmaya çalıştı.

Kürtler’in bir millet olduğu ve dolayısıyla her millet gibi millet olmaktan kaynaklı haklarının olduğunu ancak bu haklarının uluslararası emperyalist nizam ve Türk, Fars, Arap egemen aklı tarafından gasp edildiğini, uluslararası sömürgeciliğin en büyük kurbanı durumundaki azîz Kürdistan vatanının beş parçaya bölündüğünü, isminin, kimliğinin, tarihinin ve herşeyinin silinip yok edildiğini anlatmaya, göstermeye çalıştı.

Beşikçi bunu yaparken, bu uğurda hayatını harcadı, kariyerini harcadı. Her şeyini fedâ etti, Kürtler için.

İsmail Beşikçi, Türkiye’de Kürtler üzerine özgürce yazdığı ve düşündüğü için ağır bedeller ödedi. En önemlisi de, hayatı boyunca fikirlerinden taviz vermemiş bir aydın.

O’nun yaşadıkları, yalnızca kişisel bir mücadele değil, aynı zamanda Türkiye’de ifade özgürlüğü ve Kürtler’in varlığını dile getirmenin tarihsel zorluklarının da sembolü.

Toplamda 17 yıl 8 ay hapis yattı, Beşikçi. 13 yıl fiilen cezaevinde kaldı, Kürtler için. Farklı dönemlerde Diyarbakır, Mamak ve çeşitli cezaevlerinde ağır şartlarda yaşam mücadelesi verdi.

Üniversitedeki görevinden uzaklaştırıldı, akademik hayatı sona erdirildi.

Kitaplarının çoğu toplatıldı, yayınevleri ve dağıtıcılar üzerinde baskı kuruldu. Defalarca mahkeme süreçleriyle uğraştı; sadece tek bir kitabı için 50 yıla yakın ceza istendiği oldu.

Uzun yıllar boyunca “tabu” sayılan bir alana girdiği için (ki o alan hâlâ tabu), akademi ve entelektüel çevrelerden dışlandı. Türk aydınlarının büyük kısmı dahi O’nun yalnız bırakıldığını itiraf eder.

Kendisi Kürt olmadığı halde, Kürtler’in varlığını, kimliğini, tarihini ve haklarını savundu. “Bilim ahlâkı”na dayanarak, gerçekleri söylemenin, bir bilim insanı için görev olduğuna inandı.

Tâ 1970’lerden itibaren Kürtler hakkında en kapsamlı sosyolojik çalışmaları yapan kişidir. Lakin Beşikçi, yalnızca Kürtler için değil, Türkiye’de düşünce özgürlüğü için de bedel ödemiş bir vicdan olarak kabul edilir. Bugün Kürt toplumunda ve akademik dünyada saygıyla anılmasının nedeni, bu ağır bedellere rağmen geri adım atmaması ve gerçeği söylemekten vazgeçmemesidir.

Böyle bir insan, Dr. İsmail Beşikçi.

İsmail Beşikçi, Kürt olmadığı halde Kürtler için büyük fedakârlıklar yapmış, ömrünü, özgürlüğünü, kariyerini ortaya koymuş bir insan. Kendi halkı için değil, başka bir halk için bu bedelleri ödemek, çok ender görülen bir ahlakî ve insanî duruştur.

Fakat biz Kürtler, üzülerek söylemem gerekiyor ki, kadir kıymet bilmez bir milletiz maalesef.

Şayet İsmail Beşikçi, Kürtler için yaptığını, aynı durumdaki başka bir millet için yapsaydı (örneğin KatalonlarİskoçlarBerberîlerFilistinlilerBeluclarKeşmirliler yahut Uygurlar), el üstünde tutulur, “millî kahraman” ilan edilirdi. O halk O’nu kendi “millî kahramanı” gibi sahiplenir, kültürel belleğin bir parçası yapardı.

Kitapları en çok okunanlar arasında olur, okullarda adı anılırdı. Üniversiteler O’na “fahrî doktora” ünvânları verirdi. Uluslararası konferanslara sürekli davet edilirdi. O halkın akademisyenleri, O’nun çalışmalarını esas alan araştırmalar yapar, tezler yazar, bilimsel literatürde geniş yer verirlerdi.

Heykelleri, büstleri dikilirdi. Adına kütüphaneler, kültür merkezleri açılırdı. Eserleri o halkın kendi diline çevrilip çocuklara kadar ulaştırılırdı.

O toplumun siyasal temsilcileri, O’nun adını sürekli saygıyla anar, O’na ödüller verirdi. Diasporaları, O’nun ismini kültürel bir kimlik unsuru haline getirirdi.

Halkın hafızâsında “bizim için kendini fedâ eden bilge” olarak ölümsüzleşirdi.

Maalesef Kürtler tarih boyunca ağır baskılar yaşamış, kendi aydınlarını bile koruyamamış bir toplum. Bu nedenle Beşikçi gibi bir isme gereken kurumsal, akademik, kültürel sahiplenmeyi yeterince yapamadılar.

O’nun adı, daha çok bireysel sevgi ve saygıyla anılıyor; ancak kurumsal düzeyde (üniversiteler, belediyeler, kültürel kurumlar) yeterli karşılık bulmadı.

İsmail Beşikçi başka bir halk için bu mücadeleyi verseydi, bugün muhtemelen o halkın en büyük onur nişanlarını almış, uluslararası düzeyde simgeleşmiş bir figür olurdu. Kürtler için ise O’nun kıymeti hâlâ tam olarak kurumsallaşmadı ama Kürt bireylerin gönlünde çok derin bir sevgi ve vefa var.

Kimi Kürt yazarları ve aydınları, Beşikçi’yi anlatan makaleler ve kitaplar kaleme aldılar. En son, belgeseli de çekildi. Birkaç kez resmî düzeyde Kürdistan Federe Devleti’nin başkenti Erbil (Hewlêr)’e davet edildi, burada resmî prosedürle karşılandı ve ağırlandı.

O’nu yazan Kürt yazarları ve aydınları, Beşikçi’den “Çağımızın Sokrates’i” diyerek bahsediyor. Bence bu niteleme, Beşikçi’yi değil, Sokrates’i yüceltir.

O’nun bilgeliği, mücadelesi, hayatı, mazlum bir halk için ödediği bedeller, Sokrates’ten de diğerlerinden de çok daha üstün çünkü.

İsmail Beşikçi öyle bir sosyologdur ki, İbn-i Haldun günümüzde yaşasa, Beşikçi’nin yanında konuşmaya utanır.

İsmail Beşikçi öyle bir düşünürdür ki, Nietzsche hayatta olsaydı, Beşikçi’nin fikirlerinden ilham alırdı.

İsmail Beşikçi öyle bir aydındır ki, Frantz Fanon aramızda olsaydı, Beşikçi’nin takipçisi olurdu.

Bunları O’nu övmek için söylemiyorum. Bilakis bunları anlayamamış bir insanda anlayış sorunu olması gerekir.

O’nun benzerini tarihte bulmak gerçekten zor.

     Kendi halkı için benzer mücadeleleri vermiş ve ağır bedeller ödemiş pekçok kıymetli şahsiyetler gelip geçmiştir. Ama aynı şeyi başka bir halk için yapan biri, gerçekten insanlık tarihinde nadir bulunur.

Biz Kürtler O’nun kıymetini yeterince bilemedik. Beşikçi’yi layıkıyla onurlandıramadık.

Peki neler yapılabilir?

* * *

     BENİM ÖNERİLERİM:

* 7 Ocak 1939 Çorum doğumlu olan İsmail Beşikçi’nin doğum günü olan 7 Ocak, “İsmail Beşikçi Günü” adıyla “millî bayram” ilan edilmeli ve Kürtler tıpkı Newroz (Nevruz) ve benzeri bayramlar gibi, her yıl 7 Ocak gününü de “millî bayram” olarak kutlamalı.

“İsmail Beşikçi Kürt Araştırmaları Enstitüsü” kurulmalı. Burada Kürdî düşünce ve Kürt aydınlanması üzerine çalışmalar yapılmalı.

* Üniversitelerde “İsmail Beşikçi Kürdoloji Kürsüsü” açılmalı. Genç araştırmacılara O’nun adıyla “Beşikçi Bursu” verilerek akademik hayatları desteklenmeli.

* Adına kütüphaneler, kültür merkezleri kurulmalı.

* Kitaplarının tamamı Kürtçe’nin farklı lehçelerine (KurmancîZazakîSoranî) çevrilerek her eve ulaştırılmalı.

* O’nun hayatını ve mücadelesini anlatan roman, belgesel, tiyatro ve filmler yapılmalı.

* Kürdistan şehirlerinde İsmail Beşikçi’nin heykelleri veya büstleri dikilmeli. Büyük caddelere, meydanlara, kütüphanelere, okullara Beşikçi’nin ismi verilmeli.

* Diaspora Kürtleri, yaşadıkları ülkelerde “Beşikçi Vakfı” veya “Beşikçi Araştırma Merkezleri” kurmalı.

* Uluslararası insan hakları kuruluşlarında O’nun adıyla ödüller verilmeli. “İsmail Beşikçi Fikir Ödülü” gibi.

* Kürt medyasında (böyle birşey varsa tabiî) düzenli olarak O’nun düşünceleri, yazıları, röportajları yayınlanmalı.

* Genç nesillere hitap edecek çocuk ve gençlik kitapları hazırlanarak “Beşikçi kimdir?” sorusunun cevabı anlatılmalı.

* Kürt sivil toplum kuruluşları (dernekler, federasyonlar, vakıflar) her yıl Beşikçi’nin mirası üzerine konferanslar düzenlemeli.

     Böylece İsmail Beşikçi yalnızca bireylerin gönlünde bir kahraman olarak kalmaz; kurumların, şehirlerin, akademinin ve kültürün kalıcı bir parçası olur. Bu, hem Beşikçi’ye hak ettiği değeri vermek hem de Kürtler için “vefa”nın en güçlü örneğini göstermek olur.

* * *

İsmail Beşikçi Hocamız’a Allah’tan şifa diliyorum.

O’nu bize bağışlayan Yüce Yaradan’a hamd û senalar ediyorum.

Nerdeyse 50 yıldır, pekçok Türk yazar ve aydını, pekçok Arap yazar ve aydını, pekçok Ermenî yazar ve aydını, pekçok Çerkes yazar ve aydını, pekçok Laz yazar ve aydını, pekçok Kürt yazar ve aydını, İsmail Beşikçi’yle ilgili olarak şu hayret içeren ifadeleri kullanarak şaşkınlıklarını dile getiriyorlar: “Nasıl olur da Kürt bile olmayan bir bilim adamı, bütün hayatını Kürt halkına fedâ eder? Nasıl olur da Türk olduğu halde Kürtler’i Kürtler’den daha fazla savunur?”

E işte…

İnsanda tarih bilgisi olmayınca, ne kadar mürekkep yalamış olursa olsun, bir tarafı muhakkak eksik kalıyor.

Oysa bilmiyorlar ki, Çorumlu olan İsmail Beşikçi, bize tarihteki en muhteşem Hurri Kürt devletlerinden biri olan Hitit Kürt Uygarlığı’nın mirasıdır.

Bilmiyorlar ki Çorum, Kürtler’in tarihteki ilk başkentlerinden biridir.

Beşikçi de işte oralıdır.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.