Hamas Ömrünü Tamamladı

Yayınlama: 06.10.2025
Düzenleme: 06.10.2025 17:06
7
A+
A-
İsrail, terör ve şiddet kullanma imtiyazına sahip bir devlet olarak kuruldu ve kabul gördü. Birkaç istisna dışında Bölge ülkeleri de İsrail’i bu imtiyazla tanımış ve ittifak kurmuştur. Bilindiği gibi İsrail’i bağımsız bir devlet olarak tanıyan ilk Müslüman ülke de Türkiye’dir.
İsrail, kuruluşundan itibaren aralıksız savaş ve işgal politikalarını sürdürmüş, özellikle Filistin halkına yönelik en ağır terör uygulamalarında bulunmuştur. Bugün ise İsrail, artık sadece işgal, katliam ve terör suçu işlemiyor, soykırım yapıyor. Gazze halkını topyekûn yok etmek için Hitler’in kendilerine uygulamadığı en vahşi yöntemlere baş vuruyor.
Kuşkusuz teröre başvuran yalnız İsrail değildir. Terör olarak tanımlanmasa da modern savaşların tamamında devletler teröre başvurmaktadır. Daha ötesi küresel güce sahip veya küresel güçlerden destek alan devletlerin tamamı şiddet ve terör yöntemini meşru görmekle de yetinmeyip kendileri için bir HAK! olarak görmekteler.
Muhalif unsurlar veya ezilen uluslar için böyle bir hak söz konusu olmadığı gibi, meşru şiddete başvurmaları dahi “terör” olarak tanımlanmakta ve mahkûm edilmektedir. Oysa terör, örgütler için olduğu kadar devletler için de insanlık suçu olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir.
Kişisel olarak, meşruluğuna rağmen ulusal haklar ve özgürlükler için şiddeti ve silahlı mücadeleyi doğru bulmuyorum. İster devletler ister örgütler tarafından başvurulsun terörü; bir insanlık suçu olarak görüyorum.
Çağımızda savaş; yıkım, tehcir, açlık, sefalet, on binlerce öksüz ve kimsesiz, on binlerce engelli, yüzbinlerce mağdur insan demektir. Bu nedenle özgürlük mücadelesi için sivil-siyasal yöntemi tek çözüm olarak görmekteyim.
İntihar saldırılarıyla yeni bir savaş yöntemi geliştiren örgütlerin başında HAMAS gelmektedir. Söz konusu saldırıların terör eylemi olup olmadığı konusu özellikle Müslüman kesimler tarafından hep tartışıldı. Adına ne derse densin, “yoksulların savaşına terör, zenginlerin terörüne savaş denir” diyen Peter Ustınov’un sözü İsrail-Hamas savaşı için de geçerlidir. Gerçekten Terör; yoksulların savaşı, savaş ise zenginlerin terörüdür.
BM tarafından ‘ulusal özgürlük’ için silahlı mücadele meşru kabul edilmesine rağmen, küresel destekten yoksun silahlı özgürlük mücadeleleri meşruiyet kazanamamıştır. Kendileri için terörü meşru gören egemen devletler, özgürlük ve ulusal mücadeleleri için şiddete baş vurmayı, silahlı kıyam ve isyanları dahi savaş değil, “terör” olarak tanımlamaktan geri durmamışlardır. Çünkü hakimiyetlerini şiddet araçlarıyla sağlamaktadırlar. Bu nedenle orantısız şiddet kullanmayı kendileri için bir “hak!” görmektedirler.
Kanaatime göre HAMAS’ın en önemli hatası El-Fetih hareketinin diplomasi stratejisini ve İsrail ile müzakereleri reddederek zafer elde edinceye kadar şiddeti ve savaşı benimsemiş olmasıydı. Çünkü İsrail’e karşı saldırılara yoğunlaşan HAMAS, İslamcı ideolojisiyle de giderek radikalleşti ve diyaloğa kapalı bir görüntü vermeye başladı. Bir özgürlük hareketi yerine tamamıyla dinsel ve dinci bir kimlik edinen HAMAS, özellikle Müslüman toplumlar nezdinde bir “Cihad Hareketi” olarak destek görse de uluslararası toplum nezdinde “terör örgütü” olarak hep tanımlandı.
İran ve Hizbullah desteğinde İsrail’e karşı saldırılarda bulunan HAMAS, ABD müttefiki Türkiye, Katar ve Pakistan gibi bazı devletler tarafından da El-Fetih ile birleşmesi engellenerek siyasi temsil ve meşruiyet verilerek desteklendi.
Bu durum, İsrail’in işini de kolaylaştırdı. Zaten dünyada da ülkelerin çoğunluğu tarafından bir “Terör Örgütü” muamelesi görüyordu. Bunu fırsat bilen İsrail, HAMAS’ın her eylem ve saldırısını gerekçe yaparak işgal ve katliamlarını pervasızca yaygınlaştırmaya başladı. Acımasız, ahlaksız, orantısız şiddet ve terörüne rağmen İsrail, uluslararası destek almaya devam etti. Kuşkusuz bunun nedeni HAMAS’ın eylemleri kadar şiddeti tek çözüm gören İslamcı ideolojisiydi.
HAMAS’ın Filistin ve halkına ne kazandırdığı veya neler kaybettirdiği elbette tartışılacaktır ancak şiddetle bir karış toprak işgalden kurtarılamadığı gibi on binlerce dönüm yeni topraklar da kaybedildi. Daha kötüsü El-Fetih Örgütü’nün diplomasiyle elde ettiği kazanımların neredeyse tamamı yok edildi. İki devletli bir çözüme yaklaşıldığı bir süreçten ne yazık ki artık devletten dahi söz edilemeyecek bir noktaya gelindi.
GAZZE, diplomasi ve siyasi destekten yoksun kaldığı için bugün vahşi bir soykırıma uğradığını düşünüyorum. En büyük destekçileri olarak gözüken Mısır, Türkiye, Pakistan, Katar gibi ülkeler tarafından nasıl yalnız bırakıldığını hep birlikte gözlemledik.
Müslüman kardeşliği ve ümmet iddialarının en çok seslendirildiği ülkelerden Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, BAE, Ürdün, Mısır, Endonezya ve Pakistan’ın soykırım sonucu dayatılan teslimiyette rol almaları gerçekten ibret verici bir durumdur.
Silahların uluslararası gözetim altında Filistin-Mısır ortak bir kuruluşuna teslim edilmesi konusunda varılan anlaşma nedeniyle HAMAS’ı suçlamanın haksızlık olacağını ancak soykırıma karşı tutum sergilemeyen ülkelerin tarihi bir utanca ortak olduklarını düşünüyorum. Ne yazık ki bu utancın en büyüğü de Müslüman ülkelerindir.
HAMAS’ın dayatmalara boyun eğerek silahlarını teslim etmesinden başka hiçbir şansı kalmamıştır. Devletlerin dahi çaresiz kaldıkları soykırım karşısında HAMAS’ın direnmeye devam etmesini beklemek gerçeklerle bağdaşmaz. Yanlışıyla, doğrusuyla, hatasıyla, sevabıyla HAMAS, ömrünü tamamlayarak varlığına son vermek durumundadır.
Suçlu, sorumlu İsrail olsa da HAMAS’ın şiddete dayanan mücadelesi sonucunda kaybeden Filistin halkı olmuştur. Umarım şiddetin yer almadığı yeni dönemde Filistin halkının özgürlük mücadelesi daha etkin ve başarılı olacaktır. Bize düşen de Filistin halkının haklı mücadelesine destek vermektir.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.