İdeolojik-radikal partilerin iktidarlarında muasırlaşmak ve demokratikleşmek mümkün değildir. Dini-etnik ve ideolojik partilerin tamamı bu kapsamda değerlendirilebilir.
Bu partilerin, çözüm üretmek yerine sorun oluşturarak veya var olan sorunları derinleştirerek varlıklarını sürdürdüklerini, sorgulayan herkesin kabul edeceği bir gerçek olduğunu düşünüyorum.
Radikal partiler, söylem ve iddialarıyla daha çok dikkat çeker ve ilgi görür. Çünkü köklü değişimi savunurlar. Ancak iktidar olduklarında devrimci ve reformcu iddiaların tamamı hamasetten ibaret kalır.
Radikalizm, ideolojilerden ibaret değil. Bir düşüncenin en ucunda olmak veya bir düşünceyi aşırı derecede savunmak olarak da tanımlanabilir.
Aşırılığın ön planda tutulduğu her düşünce, dini, siyasi her anlayış radikalizm kapsamına girer. Aynı parti içerisinde bulunanlardan aşırı uçta olanların “radikal” olarak tanımlanması bu anlayışın sonucudur.
Radikalizmin sınırlarını çizmek hiç de kolay olmuyor
Devletçilik, ulusçuluk, siyasal milliyetçilik, siyasal İslamcılık gibi örgütlenmeler ve siyasi partiler, doğrudan radikal olarak tanımlanabildikleri gibi bu partilerin kendi içinde de aşırı uçta konumlanan kişiler veya gruplar radikal olarak tanımlanmaktadır.
Bu durumda radikalizmin sınırlarını çizmek hiç de kolay olmuyor. Ancak herhangi bir ideolojinin, siyasal düşüncenin veya siyasi partinin en uç noktasını temsil etmek, savunmak ve desteklemek radikalizm olarak tanımlanabilir.
Aynı durum siyasal talepler için de geçerli. Toplumsal kabul ile gerçekleşebilir makul talepler yerine, toplumsal tepkilere, gerilim ve gerginliğe yol açacak aşırı taleplerde ısrar etmek, radikalizm olarak değerlendirilebilir.
Haklı talepler için dahi olsa makul bir zemine, normalleştirilmiş bir ortama ve ileri düzeyde bir toplumsal duyarlılığa, en önemlisi de makul bir siyasi anlayışa ihtiyaç var.
Gerilim ve gerginlik, kutuplaşma ve ayırımcılık radikal siyasetin sonucudur. Yaklaşık 20 yıldır iktidar ve muhalefet arasında aralıksız bir gerilim ve kavga siyaseti yürütülmekte. Makul siyasetin gereği olan diyalog, müzakere, uzlaşma ve mutabakat geleneği tamamıyla terk edildi.
“Altılı masa” dışında muhalefet partileri arasında dahi bir mutabakat ve uzlaşmanın sağlanamaması da makuliyetten ne kadar uzaklaşıldığını gösteriyor.
Bir kimlikte birleşmek yerine ortak paydalarda birleşmenin ve her kimliğin karşılaştığı sorunları hak ve özgürlükler temelinde ve hukuk güvencesinde çözmenin makul siyasetin gereği olduğunu düşünüyorum.
Dünyanın hiçbir bölgesinde sağduyu dışında kalıcı çözüme kavuşturulan hiçbir siyasal sorun olmamıştır.
“Kimlik siyaseti, iktidar ve muhalefet partilerinin ortak hezeyanıdır”
Bu mutabakatı mümkün görmeyenler için belirtmeliyim ki çoğulculuk, eşit yurttaşlık, adalet ve hukuk güvencesi ve ülke aidiyetinden daha ileri bir ortak payda var mı?
Farklılıklarımız ve haklarımızı koruyarak söz konusu ortak payda da neden birleşmeyelim?
Din-inanç-etnik kimliklerle ifade edilen bir siyasi anlayışı ve ayrışmayı makul olarak tanımlamak mümkün mü?
Kimliklerle yapılan siyasetin radikalizme yol açmadığını söyleyebilir miyiz?
Kanaatime göre kimlik siyaseti, iktidar ve muhalefet partilerinin ortak hezeyanıdır. Türkiye siyasetinin temel sorununu da kimlik siyasetinde görüyorum.
Demokratik siyasetin önünü tıkayan faktörlerin başında da etnik-din-inanç ayırımına dayanan kimlik siyaseti geliyor. Toplumu kutuplaştıran, düşman kamplara bölen de bu radikal faktörler olduğu kanaatindeyim.
Demokratik siyaset için olduğu kadar toplumsal barış için de bir tehdit unsuru olarak bundan daha büyük hezeyan olur mu?
Bu hezeyanı ortadan kaldıracak olan demokratik, çoğulcu, makul siyasettir. Buna göre yapılanmayan bir siyasetin çözüm olmasını da mümkün görmüyorum.
Dünyanın hiçbir bölgesinde sağduyu dışında kalıcı çözüme kavuşturulan hiçbir siyasal sorun olmamıştır.
Bizler için de Kürt meselesi dahil, hak ve özgürlükler, farklı inanç ve etnik sorunlarımızın tamamını normalleştirilmiş bir zeminde diyalog ve müzakere ile çözüm yoluna koymak elbette mümkündür.
Sistem değişikliği de revizyon ve reformlar da radikal siyasetle değil, makul bir yöntem ve yönetimle ancak gerçekleşebilir.
Türkiye, tek bir dini-etnik-inanç unsurun yurdu değil
“Ayrıştırıcı, dışlayıcı, ötekileştirici ve düşmanca siyaseti bırakmak zorundayız”
Bugün itibarıyla siyasal düzen ve siyaset alanı, mevcut iktidarın ve cumhur ittifakının radikal ve dışlayıcı tutumu sonucu derin krizler yaşanıyor ve siyasi yolculuğumuz belirsiz bir istikamette yol alıyor.
Ülkemizi tehdit eden bu kötü ve tehlikeli gidişatı durdurmak için radikalizme değil makul siyasete ihtiyacımız olduğu çok açıktır.
Bu bağlamda muhalefet unsurlarının tamamına çağrımdır;
Kimlik siyasetinin toplumsal karşılığı olsa da sorunları daha çok derinleştireceğini ve ülkemizi daha derin krizlere sürükleyeceğini artık görmeliyiz.
Ayırımcılık siyaseti ile elde edilen iktidarların toplumsal felaketlere yol açacağını unutmamalıyız.
Bu nedenle de ideolojik ve siyasi aşırılık yerine artık makuliyet ve itidali siyasetin merkezine almalıyız.
Bu ülke tek bir dini-etnik-inanç unsurun yurdu değil, bütün farklı unsurların, yani hepimizindir.
Ülkemizin geleceği için yeni dönemde ayrıştırıcı, dışlayıcı, ötekileştirici ve düşmanca siyaseti bir tarafa bırakmak zorundayız.
Aksi halde telafisi mümkün olmayacak ve hepimizi etkileyecek olumsuz bir akıbetle karşılaşmamız mümkündür.